Bağların Ötesinde
Ahmed’in dünyası üzüm bağlarından ibaretti. Toprağın kokusu, güneşin altında ışıldayan yapraklar. Orada nefes alır, orada yaşardı. Ahmed bağları ilk devraldığında, orada sadece birkaç yaşlı asma vardı. Toprağı elleriyle kazdı. Terini, kanını o toprağa karıştırdı. Her bir fidana kendi çocuğu gibi baktı.
Fatma uzaktan izledi. Ahmed’in bağlara nasıl aşkla dokunduğunu, her dalı nasıl sevdiğini gördü. Ahmed’in hayalini anladı. O bağlar sadece üzüm değil, Ahmed’in ruhunun bir uzantısıydı.
“Bu şarap bizim geleceğimiz olacak” derdi Ahmed, avuçlarındaki üzümleri Fatma’ya göstererek. Fatma, o anların büyüsüne kapılırdı. Ama bazen de kıskanırdı. “Beni bile bu kadar sevmedi” diye düşünürdü. Sonra Ahmed’in mutluluğuyla teselli bulurdu. Ahmed mutluysa, her şey yolundaydı.
Savaş başladı sonra Suriye’de. 2013’te çatışmalar El-Nabek’i sardığında, şehir bir anda başka bir yüze büründü. Ortasından nehir geçen şehir, stratejik bir geçiş hattında yer aldığı için rejim güçleri ile muhalif gruplar arasında sıkışıp kalmıştı. Bombardımanlar, çatışmalar ve kontrol noktaları günlük hayatı felç etmişti. Bir zamanlar huzurlu olan bu yer, artık tükenen kaynakları ve korkuyla yaşayan insanlarıyla bir hayalete dönüştü.
Bir süre sonra bağ ile ev arasındaki otoyoldan geçiş yasaklandı. Ahmed, bir sabah erkenden bağlara gitmek için hazırlandı. Elinde üzüm makası, kafasında yeni bir plan. Evden çıktı, otoyola adımını attı ki askerler durdurdu. “Geçemezsin buradan” dedi biri, tüfeğini göstererek. Ahmed sustu. Geri döndü. Makası yere bıraktı. Fatma kapının eşiğinden izledi. Ahmed’in çöken omuzlarını gördü. O an, Ahmed’in içindeki ışığın söndüğünü anladı. Bağlarla birlikte Ahmed de hapsolmuştu.
Ahmed, bağların kaybından sonra başka bir adamdı. Pencereden bağlara bakar oldu. Saatlerce. Günlerce. Hiçbir şey söylemeden. Fatma yemek götürdü, tabağa dokunmadı. “Bağlarım orada,” dedi Ahmed bir gün, “ama ben yokum artık.” Gözlerinde yaş yoktu. Sesi toz gibi dağıldı. Fatma ne diyeceğini bilemedi. Ahmed’in suskunluğu, evin duvarlarını sardı.
Leyla bir gün, “Babam neden bizimle oynamıyor?” diye sordu. Fatma cevap veremedi. “O yorgun” dedi sonunda. Çocuklar oynayıp giderken Fatma, Ahmed’in kayboluşunu izledi. Bağların kesilmesi Ahmed’i yok etmişti. Fatma ne yaparsa yapsın, onu geri getiremedi.
Sonra hastalık başladı. Ahmed önce yataktan çıkamadı, sonra yemeyi bıraktı. Geceleri sayıklardı. Fatma, yatağın kenarında oturur, sessizce ağlardı. Ahmed’in yok oluşunu izlerdi. Hem çaresiz, hem kızgın.
Ahmed, son günlerinde sadece bir şey istedi. “Beni bağların yanına göm” dedi. Fatma’nın kalbi sıkıştı. “Yapamam” dedi. Ahmed sustu. Gözlerini kapadı ve bir daha açmadı. Fatma sabah Ahmed’i sessiz buldu. Huzurlu. Ama soğuk.
Fatma, Ahmed’i evin arkasındaki bir ağacın altına gömdü. Üzerine sadece bir tahta parçası koydu, üzerine Ahmed’in adını yazdı. Çocuklarını göğsüne bastırıp ağladı. Ömer, “Babam neden uyanmıyor?” diye sordu. Fatma cevap veremedi. Leyla boynuna sarıldı. Sessizlik, evin içine yayıldı.
Komşusu Hala bir sabah kapıyı çaldı. “Biz gidiyoruz” dedi, sesi hem telaşlı hem de kararlıydı. “Seni de götürelim. Hatay’da tanıdıklarımız var. Çocukların burada güvende değil.”
Fatma, Ahmed’in mezarına son bir kez baktı. “Affet beni” diye fısıldadı. Çocuklarını topladı. Ömer’i sırtına bağladı, Leyla ise elini tuttu. Bu ev artık bir mezardı. Fatma, gözyaşlarını içine akıtarak, çocuklarıyla birlikte yola koyuldu.
Birkaç saat sonra kaçakçıyla tanıştılar. Adam pikabının arkasına eski battaniyeler sermiş, tüfeğini omzuna asmıştı. “Türkiye’ye gitmek mi istiyorsunuz?” dedi alaycı bir sesle. Hala sessizce birkaç eşya uzattı. Adam bir süre düşündükten sonra başını salladı.
Pikap dar yollarda ilerlerken Fatma, Ahmed’in sesi kulaklarındaymış gibi hissetti. Ömer sırtında mışıl mışıl uyuyordu. Leyla annesinin eteğine sıkıca tutunmuştu.
…
Patikalar daraldı, yollar uzadı. Fatma’nın ayakları yara bere içindeydi. Çocukları da yorgundu. Ancak bu yolculuk sadece fiziksel değil, ruhsal bir sınavdı.
Kaçakçının pikabı Hama’dan geçerken, zeytinliklerin arasındaki patikalardan ilerlediler. Fatma, zeytin ağaçlarının sakinliğine bakıp iç çekti. Ancak bu huzur fazla sürmedi. Pikap aniden durdu ve kaçakçı öfkeyle arka tarafa seslendi: “Herkes sessiz olsun. Kontrol noktası.” Önde hükümet güçlerine ait bir barikat vardı. Ellerinde tüfekleriyle askerler, aracı durdurdu. Bir asker yaklaşıp kaçakçıyla konuştu. “Nereye gidiyorsunuz?” diye sordu sert bir sesle. Kaçakçı, başını eğerek birkaç kelime mırıldandı ve cebinden bir tomar para çıkarıp uzattı. Asker bir süre düşündükten sonra, elini kaldırarak geçiş izni verdi. Fatma, pikabın hareketiyle birlikte nefes aldı. Ama korku hâlâ yüreğinde yankılanıyordu.
Hama’dan sonra, Humus yakınlarında bir başka tehlike vardı. El Nusra’ya ait bir kontrol noktası. Siyah bayrakların dalgalandığı bu yerde, kaçakçı pikabı durdurdu. Silahlı militanlardan biri yaklaşıp arka tarafa baktı. Gözleri Fatma ve çocuklarının üzerinde durdu. “Bunlar kim?” diye sordu şüpheyle. Kaçakçı, Fatma’nın ailesini kaybettiğini, Türkiye’ye sığınmaya çalıştığını söyledi. Militan, başıyla gruba işaret ederek aşağı inmelerini istedi. Fatma, çocuklarıyla birlikte yere indi. Militan, Fatma’ya yaklaştı ve sert bir sesle, “Bu yola devam edebilmeniz için daha fazla ödemeniz gerek” dedi. Kaçakçı birkaç küçük altın parçasını uzattı. Militan, bir süre düşündü, sonra izin verdi. Fatma, çocuklarını yeniden araca bindirdi.
Kaçakçı, o sırada Fatma’nın yanına yaklaştı. Gözleri sabit, sesi alçak ve tehditkardı. “Bir teşekkür borcun olacak” dedi. Fatma, gözlerini ona çevirmedi bile. İçinde büyüyen öfke, kaçakçının tehditlerinden daha güçlüydü. Hiçbir şey demedi.
Halep’e vardıklarında şehir, artık tanınmaz haldeydi. Bombalarla yerle bir olmuş binalar, terk edilmiş mahalleler ve yanan enkazlar. Burada kontrol noktaları azalmış olsa da, tehlike her köşe başında hissediliyordu. Kaçakçı, onlara dönerek “Buradan sonrası yürüyerek” dedi. Fatma, Ömer’i sırtına bağladı, Leyla’nın elinden tuttu. Halep’in karanlık sokaklarından geçerken uzaktan gelen silah sesleri sessizliğe sızıyordu. Çocuklarını daha sıkı tutarak, dikenli tellere doğru yürümeye devam etti.
Sınıra vardıklarında dikenli tellerin ötesinde Türkiye vardı. Kaçakçı, “Buradan sonrasını yalnız geçeceksiniz” dedi. Fatma, çocuklarını güvenle diğer tarafa geçirmek için dikenlerin arasından sürünerek geçti. Ellerinde derin kesikler oluşmuştu, ama acıyı hissetmiyordu bile.
Türkiye tarafına ulaştıklarında, bir süre ormanda saklandılar. Sabahın ilk ışıklarıyla, Hatay yakınlarındaki bir köye vardılar. Komşusu Hala, “Sınır devriyeleri var, sessiz olun” dedi. Fatma, çocuklarının nefeslerini duyabilecek kadar yakındı. Sabahın ilk ışıklarıyla, nihayet daha güvenli bir bölgeye ulaşacaklardı.
Sabaha doğru küçük bir köye vardılar. Eski bir çiftlik evinin önünde yaşlı bir adamla karşılaştılar. Adam, yorgun yüzlerine ve aç bakışlarına bir süre baktıktan sonra, onları içeri davet etti. Sobanın üzerinde sıcak ekmek pişiriyordu. Fatma o an Ahmed’in bağlardan getirdiği üzümleri çocuklara nasıl ikram ettiğini hatırladı. Tuttu ağlamasını.
Fatma ve çocukları, günlerce yürümeye devam etti. Yollar taşlı ve dikti. Fatma’nın ayakları, ince deri tabanlarını çoktan yitirmiş eski ayakkabılarının içinde kanıyordu. Leyla sık sık düşüyor, Ömer, annesine belli etmemeye çalışsa da her adımda daha çok yoruluyordu. Fatma ise durmuyordu. Durursa her şeyin biteceğini biliyordu.
Günler sonra, şehrin ışıkları ufukta belirdi. Fatma, o an dizlerinin titrediğini hissetti. Yorulmuştu. Bedeni artık dayanmak istemiyordu. Ama çocuklarının ellerini sıkıca tuttu. Leyla, “Anne, burası neresi?” diye sordu. Fatma, sesinin kararlılığını koruyarak, “Yeni evimiz” dedi.
…
Fatma, şehirde bir tabela gördü. Arapça yazıyordu: “Yardım Merkezi”. Fatma, tabelayı görünce içini bir rahatlama kapladı. Merkez küçüktü, kalabalıktı. Fatma, çocuklarıyla birlikte içeri girer girmez yere çöktü. Duvarların serinliği sırtında, çocukların güvenliği yanında.
Bir görevli onları karşıladı. “Hoş geldiniz” dedi, sıcak bir gülümsemeyle. Fatma’nın boğazına bir düğüm oturdu. Gözlerini yere indirdi ve sessizce teşekkür etti. Çocuklar hemen kendilerine uzatılan çorba kâsesine sarıldılar. Ömer, tabağını çekip başını kaldırdı. Gözleri parlıyordu. Fatma, onun mutluluğuna bakarak gülümsedi. Ama dudakları titredi. Yorgunluk, korku ve Ahmed’in eksikliği, tam o an üzerine çöktü.
Yemekten sonra, görevli Fatma’ya yaklaştı ve tercüman aracılığıyla konuşmaya başladı. "Bugün dinlenin. Yarın sizi kaydettiririz. Sonra da yola çıkarsınız."
Fatma ve çocuklarına dar bir oda gösterdiler. Oda küçüktü, ama bir kapısı vardı. Kapıyı kapattığında, Fatma gözlerini kapadı. Yatağa uzandı. Leyla ve Ömer, onun yanına sokuldu.
Sabah bir görevli, şehre yakın bir köyde bağ işçileri arandığını söylediğinde, Fatma’nın gözleri parladı. Bağlar, Ahmed’i hatırlattı ona. Görevliye hemen başını salladı.
Küçük bir bağda, diğer kadınlarla birlikte çalışmaya başladı Fatma. Bağlara ilk dokunduğunda, Ahmed’in nefesini hissetti. Toprak, ellerinde Ahmed’in elleri gibiydi. “Beni izliyorsun, değil mi?” diye fısıldadı. Toprağın kokusu, Ahmed’in sevgisi gibi her yanını sardı. Ve ilk kez, her şeyin yerli yerinde olduğunu hissetti.